ofsayt en anlamlı kelime oluyor burada
yıllar sonra aşık oluyor bir adam
şehire gidiş gelişlerin sıklaştığı dönemlerin birinde
önce güzel bir kıyafet geçiriyor üzerine
saçlarını usule uygun diziyor
dışarıya çıkmadan duruma uygun bir gülümseme, bir bakış çiziyor
takıyor bu maskeyi kapının aralığında
eline bir çiçek veriştiriliyor çiçekçide
diline bir şarkı!
durur mu ?
biliyor elbette zarif bir kaç şarkı
sonra
çiçekçiden restona gidilen yolda en sevdiği dansı titretiyor
restoranın girişinde beyefendi bir tavır veriyorlar
onu da alıyor
hanımefendiyle bir kaç kelime paylaşıyorlar
arka masalardan birinde bir gülüş selamlıyor herkesi
tanı
tanıyor
tanıyor bu gülüşü
ilkokul sıralarının en önünden hem de
açılıp okunmamış mektup heyecanı bastırıyor kanatlardan
ofsayt en anlamlı kelime oluyor burada
Ömür Karakaya
28 Mart 2020 Cumartesi
29 Ekim 2019 Salı
kendimi doğurmak istiyorum
kendimi doğurmak istiyorum
yağmurun ruhumuzu temizlediği vaktin
buruşuklarımıza değdiği andayım
gözeneklerin masumiyeti arayıp
kapanmaya çalıştığı yerdeyim
bir erkeğin en masum olduğu
gecenin ikibuçuküçündeyim
yalnızım
yoldayım
arayıştayım
-yol ilhamdır-
bir şehrin en masum olduğu
çoğu insanın köle olduğu andayım
gitmek fiilinin en ağır bastığı
ve en çok orada kaldığı andayım
hiçkimsenin uğramadığı
bir tenin en soğuk anındayım
gitmek fikrinin yaktığı
yağmurun acımsı anındayım
herkesin kendini doğurmak istediği andayım
bir çok hikayenin yazıldığı
o hikayedeki karakterlerin
hüzünlü sonundayım
bir çok anın okunduğu
ilk aşkın
aşk teriminin
yazılan sorgulamaların
kuzgun arayışların
yapılmak için yapılan sanatın
üzerine konuşulamayanın
şiire su demenin
kızgın yağlar gibi eriyen nefretin
kalem tutulan çizgilerin
güneş yüzlü özlemlerin
yol-undayım
-yol her şeydir-
yaşanılan düzeni
terk etme ve üzerine içilen cigara
terk edememek üzerine içilen kadehler
ucuz yapışkan kağıtlar
ve *suyun aktığı yere bürünmek gibi bir derdinin olmadığı
avutulma üzerine kurulu geçen yıllar
bu kez
kendimi doğurmak istiyorum
bir karganın meme uçlarımı öperken
veyahut
bir kedinin tüyleri içinde uyurken
doğurmak istiyorum
doğuramama sanatları festivallerinin ortasında
eğitilmiş köpeklerin arasında
boyun eğmemek için tükenen bedenin
dengesizliğinde
casaddynin
*herkes tükenecek huzursuz olacak
ama oraya varmadan çılgınca yaşama tutkusu
sözlerinin enstrümantal etkisi
iyi bir gitarist olma tutkusu
baslarla sevişmek
ve sevişene dek uğraşma arzusu
ve
beat olmak
yolda yazmak
yolu yazmak
bindokuzyüzelliye gitmek
san fransisco olma
selam olanları anlayabilme arzusu
yol-da ruhunun ortasında
kendimi tanımak istediğim yerde
fikret kızılok sesinin bağışıklığında
herkesin dayattığı
her şeyi reddedip
istediğim ağaçta yuva kurmak
kurulan yuvayı yıkmak
ruhumu inşa edeceğim yerde
sinema ve tiyatro kelimesinin heyecanı
ve arş olan tutku
var olmayan şefkat
ve gidiyorum kendimi doğurmaya
*kendimi doğurmak istiyorum
yağmurun ruhumuzu temizlediği vaktin
buruşuklarımıza değdiği andayım
gözeneklerin masumiyeti arayıp
kapanmaya çalıştığı yerdeyim
bir erkeğin en masum olduğu
gecenin ikibuçuküçündeyim
yalnızım
yoldayım
arayıştayım
-yol ilhamdır-
bir şehrin en masum olduğu
çoğu insanın köle olduğu andayım
gitmek fiilinin en ağır bastığı
ve en çok orada kaldığı andayım
hiçkimsenin uğramadığı
bir tenin en soğuk anındayım
gitmek fikrinin yaktığı
yağmurun acımsı anındayım
herkesin kendini doğurmak istediği andayım
bir çok hikayenin yazıldığı
o hikayedeki karakterlerin
hüzünlü sonundayım
bir çok anın okunduğu
ilk aşkın
aşk teriminin
yazılan sorgulamaların
kuzgun arayışların
yapılmak için yapılan sanatın
üzerine konuşulamayanın
şiire su demenin
kızgın yağlar gibi eriyen nefretin
kalem tutulan çizgilerin
güneş yüzlü özlemlerin
yol-undayım
-yol her şeydir-
yaşanılan düzeni
terk etme ve üzerine içilen cigara
terk edememek üzerine içilen kadehler
ucuz yapışkan kağıtlar
ve *suyun aktığı yere bürünmek gibi bir derdinin olmadığı
avutulma üzerine kurulu geçen yıllar
bu kez
kendimi doğurmak istiyorum
bir karganın meme uçlarımı öperken
veyahut
bir kedinin tüyleri içinde uyurken
doğurmak istiyorum
doğuramama sanatları festivallerinin ortasında
eğitilmiş köpeklerin arasında
boyun eğmemek için tükenen bedenin
dengesizliğinde
casaddynin
*herkes tükenecek huzursuz olacak
ama oraya varmadan çılgınca yaşama tutkusu
sözlerinin enstrümantal etkisi
iyi bir gitarist olma tutkusu
baslarla sevişmek
ve sevişene dek uğraşma arzusu
ve
beat olmak
yolda yazmak
yolu yazmak
bindokuzyüzelliye gitmek
san fransisco olma
selam olanları anlayabilme arzusu
yol-da ruhunun ortasında
kendimi tanımak istediğim yerde
fikret kızılok sesinin bağışıklığında
herkesin dayattığı
her şeyi reddedip
istediğim ağaçta yuva kurmak
kurulan yuvayı yıkmak
ruhumu inşa edeceğim yerde
sinema ve tiyatro kelimesinin heyecanı
ve arş olan tutku
var olmayan şefkat
ve gidiyorum kendimi doğurmaya
*kendimi doğurmak istiyorum
28 Aralık 2018 Cuma
bir çocuk ile bir adamın hikayesi
bir çocuk ile bir adamın hikayesi
çocuk yaşlı başlı
ağlamakta
çocuk verdiği sözü hatırlamakta
adam saçları aklı
huzurda oturmakta
-verdiği sözü unutmuş-
rahatlıkta
adam yaşlı başlı
alışmakta
konuşmaya başlamış hatta
çocuk süslü püslü yatakta
ağlamaya başlamış
açlıkta
25 Aralık 2018 Salı
bir portre sıcak astronomi
bir portre sıcak astronomi
gökyüzünün hiç bakılmamış yanı
kimsenin uğramayacağı kaftan
bir çift gözbebek
ve içi dolu birer damlacık
süregelen yalnız bir anatomi
gökyüzünün hiç bakılmamış yanı
kimsenin uğramayacağı kaftan
bir çift gözbebek
ve içi dolu birer damlacık
süregelen yalnız bir anatomi
hep ince
biraz derin
çok serseri rehber
mıknatıs dikenli
araya sıkışmış kaç yıldız
kaç açmamış ay
gözbebeklerinin yanında sönük kalacak
güneş resitali
güneş resitali
tüm mevsimlerin kaybolduğu
bir tebessüm
namütenahi bir bakış
namütenahi bir bakış
her biri ayrı bir anarşik mimik
ayrı bir tını
ayrı bir doku
ayrı bir tutku
kuyruklu yıldızlara
şekil vermiş bir burun
gogolun kaleminin ilhamı
gogolun kaleminin ilhamı
parlak ve de asil sırça bir köşk
samimi birer yağmur
sağanak bir kargaşa
üzerimize sinen gölge
bizi bize tarif eden şöhretli ışıltı
üzerimize düşen yağmur taneleri
onlar kadar sade
ve de yürekli
orgazm bulutlar boşalırcasına
dökülen suyun kuvveti
saçlarını teğet geçen siyah rüzgarın
dökülen suyun kuvveti
saçlarını teğet geçen siyah rüzgarın
karanlıklar içine sindiği ışıltı..
bir şiirin anatomisi
bir şiirin anatomisi
ağaç çok iyi yeşerirdi
dallarına böcekler kuşlar konardı
öperdi
bir gün ay doğdu
kuşlar çerçevelendi orada
bir kuş uçtu üzerinden
dallarına sıçtı
ağacın tüm dalları kırıldı
aylar yıllar geçti
bir gün güneş doğdu
dalların arasında
yeşermek kökten kıvrıldı
daha da yeşerdi eskisinden
gün geçti ay geçti
ağacın yaprakları soldu
güneş ışığını çekti
dallar kurudu
yapraklar döküldü
bir gün güneş yine açacak
bir gün güneş açtı
bir gün güneş
bir gün
bir
güneş
Şiirin Beslenişi
Manipülasyonlarla dolu günlerin içinde sığırcık dolu
fikirler olur hep. Bir ağacın dalları gibi kıvrımlı olur bu. Her kıvrım bir
fikrin diğer fikirle kalaşnikoflarla çatışmasıdır. Fikir her zaman aynı çizgide
olmaz tıpkı aşk gibi hayat gibi kişi gibi değişir. Biri gelir biri gider hep
kalan insandır,andır.Galip adı gibi galip değildir çünkü teferruatta galip diye
bir şey yoktur. Hep 24 yaşında kalmıştır Galip, geçmişe takılı kalan bir adamın
neyi galip olabilir ki. Tıpkı yaşanmamış ama yaşanması an meselesi olan
hikayeler gibi hep 1-0 yenik. Yenik ama tamamlanmamış çünkü tamamlanınca yenik
diye bir şey kalmaz hayat icabında. Galip, galip değildir ama aynı zamanda
Galiptir ama kimi zaman. Hayatı boyunca kendisini ana ait kılmayı başarmış,
aşkı göğüs kafesine kapatmış bir adamdır Galip. Adı gibi galip değildir ama
onun hikayesinde de namağlupluk yoktur o vakte kadar. Her hikaye zaten bir
ağacın dalının kırılmasıyla başlar ya Galip’inki de öyle. Aslında geriye sarsak
zamanı ağacın dalı kırıkmış zaten ama kırık bir baş gibi değil. Çünkü her
insanın hikayesi kırık bir dal ile doğarken başlar. Galip hayatı boyunca
sevgiye nail olamamış bir adamdı bu bile onun galip olmadığını anlatabilmek için
nizami bir durumdu. Öyleydi zaten hepimiz bir kırık dalı olan ağacız kimi zaman
yeşerir meyve verir kimi zaman solarız. Fiziksel olarak da zihinsel olarak da
hep dolaylıdır bu çünkü biz dolaylı olan her şeyi çok severiz. Hatalarımızı
örtmenin ya da kendimizi eleştirmemenin en büyük dezavantajı budur. Birini kendi
hikayesinin başrolü yapıp, dolaylamak. Hayat bizim kendi dairemiz etrafında
dönüp sınırlarımızı çizmemizdir aslında ama kimi zaman o dairenin, çemberin
içine aldığımız bağzı sikten durumlar söz konusu olabiliyor. Şiir aslında bir
şeyi en mükemmeliyetçi tavırla, bazen en soyut haliyle düşündürme halidir ama sadece
bazen çünkü şiir çok ayrı bir kavramdır. Neyse şiir konusunun özüne dönecek
olursak şiir o anda baş gösteren etkenin içinde var olan bir durum olmuştur. Bazen
kısa bir şiir bir hikayenin aslında özetidir tıpkı bu hikayede olduğu gibi.
Bakmayın şiir dediğime şiir değildir bu çünkü şiir 21.yüzyıla ait bir kavram
değildir hele ki benim gibi hadsizlere hiç ait değildir yani biz şiire layık
değiliz ama Galip layıktır bir şiirin konusu olmaya, o tutkusunun miğferidir. Tutku
şiire konu olması gereken şiir gibi büyük bir kavramdır. Tutku demişken tutku
esir olmak değildir tutku aidiyetliktir. Dezenformasyon da değildir tutku
sadece var olmaktır. Galip sevgiyi görmeyen bir adam olarak yetiştiği için tüm
sevişenlerin birazcık mikrobudur, sevişme içinde bir mikrop olur sadece bir
mikrop, bir doz mikrop. İşte o mikrop sevgisizliğin temsilidir bunu kalpteki
küçük nokta siyahlık olayıyla benzetebiliriz. Sevgiyi görmemiş bir adam asla
galip değildir hatta hiç bile değildir çünkü sevgi dünyanın en genel
kavramıdır. İçinde sevgi namına bir bok olmayan birinden nasıl davranması
gerektiğini göremezsiniz. Sevgi de en az tutku kadar en çok şiir kadar değerli
bir yapıtaşıdır. Bir yuvanın ana temel etkeni sevgidir, sevginin olmadığı bir
yerde başka bir şey olabileceğini de zannetmiyorum. O ana kadar yani 19 yaşına
kadar sevgiyi bilememiş bir adam mantık dışında hareket edemez. Düşünsenize mantık
ile hareket ediyorsunuz her şeyde, sizce o duygudan yoksun düşüncelerin ulaşabildiği
bir yer olabilir mi, bir tutku söz konusu olabilir mi? Siz düşünmeden Galip
versin bu sorunun yanıtını.
Ben Galip Selçuk 31 yaşındayım hayatım, her insanın düşündüğü
gibi roman olur demiyorum çünkü her insan kendi hikayesinin başrolüdür, her
insan bir çizginin ürünüdür. Hayatım aslında 24 yaşında bir çiçeğin kokusunu
almaya başladığımda başlamış, farkında olmadan böyle gelişmiş her şey. Aslında
farkına varabildiğimiz her şey tedavülden kalktığında anlayabiliyoruz bunu. Annem
12, babam 14 yaşında terk etmiş beni her türeyiş bir terk ediştir aslında. Tam olarak
sofraya hep yalnız oturdum. Sofraya yalnız oturmak bir çiçeğin çiçek bahçesinde
yalnız başına kalması gibi bir şeydir. Yalnızlık burada baş gösterir sofraya tek
başına oturmak ile. İşte sevgisizlik sendromu o vakit baş göstermiş bir sofra
bezinin çaresizliği içinde. Yalnız büyüdüm, yalnız yaşadım 19 yaşına kadar. Bir
noksan olarak kaldı hep kalbimde kalabalık bir sofranın eşiğinde oturmak. Sofrayı
toplayan bile olmaya razıydım ama hiç sevmedim sofrayı toplamayı çünkü yalnız
başına kurduğun sofrayı toplamak bana yaptığın bir sanat eserini yıkmayı
andırıyordu. Olmadı ve hiçbir zaman olması gerektiği gibi olmadı. Orada burada
büyüdük ve geldik dönemin en popüler etkinliği olan üniversiteye. Eğleniyordum,
geziyordum, gülüyordum, fotoğraflar çekiyordum. Fotojenik olmak istemedim
aslında hiç çünkü fotojenik olmak normalde iyi değil ama fotoğrafta iyi olmaktı
sanki ya da bana öyle geliyordu. İstanbuldaydım burada fotoğraf çektirmeyene
enayi diyorlardı. Aslında İstanbul’un fotoğrafını sokaklardan çekmek
gerektiğini aşık olduktan sonra öğrendim. Fotoğraf sadece herhangi bir makine ile
çekmek değildi, sokağın dili olmaktı. Kimsesiz olmak beni kitaba, şiire,
araştırmaya, gezmeye, mücadeleci olmaya itti. Belki de en büyük kavgam bu ve
aşktı benim, kimsesizlik ve aşk. Sevgisizlik
bedenimi o kadar sarmıştı ki bir kimseye aşk namına ya da sevgi namına bir şey
beslemiyordum aslında korkuyordum da ama ta yıllar sonra anladığım bir şey
vardı elbet her aşk, sevgi bir gün biter. Öyle de olurdu biz Beyoğlu sokaklarını
tarumar ederken birileri bunu yazmıştı. Galata da bir senfoninin ortasında
kendimizi bulduğumuzda kavganın ne olduğunu samimice yaşardık ama o an için. Her
şey geçer, elbet geçer ama an hep kalır çünkü o an içinde kalır. Yalnızdım hem
fiziken hem ruhen çünkü korku ve sevgisizlik beni itmişti buraya o çukura. Her şey
güzeldi yine de çünkü hayatın içinden bir kesitti bu. Hayatımda iki kez aşık oldum
birini ben terk ettim diğeri de onun intikamını alıp terk etti beni. Bakmayın
ama ikisi de birbirinden güzel
hikayelerdi. Her yaşanmışlığın içinde mutlaka güzel bir şeyler olmuştur. Birincisi
sancılı değildi pek çünkü ben terk etmiştim ve aradan bir zaman geçtikten sonra
unutmuştum. İkincisi asıl hikayedir. Zaten her şeyin sonuncusu asıl hikaye olur
çünkü en çok o hatırlanır yakın zaman olduğu için. Halbuki zaman ilki için
yakın olsa o asıl hikaye olur. Benimki aslında öyle değildi. Benimki kişiseldi.
Hassiktir oradan dedim şu an kendime kişisel olmayan hangi aşk vardır ki. Fiziksel
olanda baya vardır ama benimki fiziksel değildi. Birincisini anlatmaya değer
bulmuyorum gerçi şimdi üçüncü aşk olsaydı ikiye de öyle derdim ama bu öyle
tahmin ettiğiniz gibi değildi, tutkuydu bu. Birincisi demişken birincisinin adı
hani kuşların etrafında çerçevelendiği şey var ya şiir de geçen durun sanırım
unuttum adını. Ama bir dakika hatırladım iyi ki de gökyüzüne ait bir isimmiş
yoksa hatırlamazdım. Gökyüzüne ait olması benim açımdan hep dezavantajdı çünkü
her yaktığım sigaranın ilk nefesinden sonra gökyüzüne bakarım. Adı Ay’dı.
Asıl hikaye bilenler bilir Uğur abla- Bekir hikayesi gibi bir
hikayeydi. Zamanla zaten Uğur abla ve Bekir karakterlerinin ne kadar gerçekçi
ve içimizde var olan bir hikaye olduğunu anlamıştım. Aradan zaman geçmiş her
bütünün dağılıp tekrar toparlanması gibi bir süreçteydim. Hayatımın noksanı
olan sevginin bir daha karşıma çıkması ve beni tekrar yanıltması beni derinden
etkilemişti. Derinden etkileyen aşk hikayesi değildi çünkü aşk geçer ama sevgi
genel bir kavram olur, noksan olur.
Yıllar evvel yaşanılan travmayı tekrar hatırlatan bir bütünün kırılmasıydı bu
hikaye yani birinci hikaye. İkinci hikaye birincisi gibi değildi hatta birin
bıraktığı etki ta beni geçmişe sürükleyen sevgisizlik bulvarına itmişti dal
kırılmış ben toparlamaya çalışıyordum. İkinci hikaye yani yine bir gökyüzü
terimi Güneş beni birincinin etkisinden çıkarmıştı. Ona aşık olmuştum ama bir
tutkuyla. O tutku beni sevgi kuşağının kucağına bırakmıştı ilk kez kendimi ait
hissetmiştim bir yere neydi deseniz gerçek şöyle derim Ay beni geçmişe 12-14
yaşlarıma götürüp o sevgisizliğin içine salmış, Güneş ise tıpkı bir bahar
neşesiyle her yanımı sarmıştı. Güneş’i izliyor mutlu oluyordum, Güneş’in
gülüşünü seyredip sevgi doluyordum, Güneş’i görünce göğsümde orkideler
açıyordu. Aşık oldum ve geçmişin tüm kötü yanlarını bir köşeye sıkıştırdım. Güneş
bir kez bana açtı sonra dalımı soldurdu ama köklerim daha da yeşeriyordu ona
olan tutkum sayesinde. O yoktu ama tutkusu beni iyi yapmıştı, beni
sevgisizlikten kurtarmıştı o boşluğun bir yanı olmamıştım. Bana hayatım boyunca
sahip olamayacağım şeyi vermişti elime, masumiyetimi, çocukluğumu, yuvamı,
sevgiyi. O yoktu,olmamıştı adına birçok hikaye, şiir yazılmıştı ama o yoktu. O farkında
değildi olsaydı gelirdi olsaydı öperdi dalımdan, kolumdan. Oysa ben onu
tutkumun verdiği şaman şölenleri gibi seviyordum. Tutku insanı mutlu eder, tatmin eder, anın içine tanık eder. Tutku var olmaktır her insanın bir tutkusu vardır, kiminin aşk, kiminin yol, kiminin rasyonel takıntılardır. Benim tutkumda onun aşkıydı. Öyle de oldu o tutkunun
peşinden yıllarca gittim, o gelmedi hiç ama soyadım gibi akan seller gibi ben
kendime geldim..
19 Aralık 2018 Çarşamba
bizim düzenimiz
bizim düzenimiz
Düzen ve suç birbirleriyle orantılı şeylerdir. Düzenin buyurduğu şekilde olmak zorunda olduğumuz için birşeyleri reddetmekten korkuyoruz, boyun eğiyoruz kısacası. Düzene buyruk harekette bulunmak düzen dışında kalmaya neden olur yani düzenin ve bizim istediğimiz şeylerin buluştuğu noktanın dışında kalmak. Bundandır ki asla ama asla cesur olamıyoruz. Düzene başkaldırı aslında dışlanma psikolojisinin etik hale getirilmesidir oysa doğamız gibi cesur olduğumuz zaman düzenin bize göre işleyeceğini de biliyoruz. Kim hayatı boyunca düzene inat birşeyleri reddetti ki eden olduysa da hep kaybetti bu kirli düzende. Düzen bizi suça itti, benliğimizi elimizden aldı utanmasa donumuzu da alacak ama yine de biz boyun eğeniz düzene. Düzen dediğime bakmayın Nietzsche gibi evrensel düzeni sorgulamıyorum ki sorgulayamam da benim sorgulamak istediğim düzen hepimizin kendimizce yarattığı köleliktir. Köle olmak eski çağlardan daha meşrudur bunu sizde iyi bilirsiniz sadece adını popüler kültür, teknoloji, modernite olarak koymuşuz sadece. Evet korkuyoruz biz çünkü maddi kaygılarımız, duygusal kaygılarımız benliğimizi elimizden öyle bir almış ki birazcık bile cesur olamıyoruz. Sen elinde ki telefonun daha mükemmel olması için 36 ay taksitle alıp tam üç yıl telefonun 3 üst modeli çıkana dek taksit ödüyorsun, ben aldığım montun beni sıcak tutması değilde daha şık durması için üç kat daha fazla ödüyorum, o aldığı arabanın kredisini ödemek için bütün ömrü boyunca çalışıyor hemde usanmadan kendine vakit ayıramadan, diğeri bir gazete de yazmak uğruna sansüre boyun eğiyor ee ben burada düşüncelerimi özgürce ifade edemedikten sonra neden yazayım ki bunun bir anlamı var mı? Gerçekten böyle çünkü biz dünyamızı bu hale getirdik artık değiştirmemiz içinde ölmemiz gerekiyor, ölmesek de bir ömür boyun eğmek zorundayız her ne kadar güçlü görünmeye çalışsak, gülsek, eğlensek de hiçbir şey sanmak istediğimiz gibi değil ki bunları yaparken bile başaramıyoruz zaten.
Düzen ve suç birbirleriyle orantılı şeylerdir. Düzenin buyurduğu şekilde olmak zorunda olduğumuz için birşeyleri reddetmekten korkuyoruz, boyun eğiyoruz kısacası. Düzene buyruk harekette bulunmak düzen dışında kalmaya neden olur yani düzenin ve bizim istediğimiz şeylerin buluştuğu noktanın dışında kalmak. Bundandır ki asla ama asla cesur olamıyoruz. Düzene başkaldırı aslında dışlanma psikolojisinin etik hale getirilmesidir oysa doğamız gibi cesur olduğumuz zaman düzenin bize göre işleyeceğini de biliyoruz. Kim hayatı boyunca düzene inat birşeyleri reddetti ki eden olduysa da hep kaybetti bu kirli düzende. Düzen bizi suça itti, benliğimizi elimizden aldı utanmasa donumuzu da alacak ama yine de biz boyun eğeniz düzene. Düzen dediğime bakmayın Nietzsche gibi evrensel düzeni sorgulamıyorum ki sorgulayamam da benim sorgulamak istediğim düzen hepimizin kendimizce yarattığı köleliktir. Köle olmak eski çağlardan daha meşrudur bunu sizde iyi bilirsiniz sadece adını popüler kültür, teknoloji, modernite olarak koymuşuz sadece. Evet korkuyoruz biz çünkü maddi kaygılarımız, duygusal kaygılarımız benliğimizi elimizden öyle bir almış ki birazcık bile cesur olamıyoruz. Sen elinde ki telefonun daha mükemmel olması için 36 ay taksitle alıp tam üç yıl telefonun 3 üst modeli çıkana dek taksit ödüyorsun, ben aldığım montun beni sıcak tutması değilde daha şık durması için üç kat daha fazla ödüyorum, o aldığı arabanın kredisini ödemek için bütün ömrü boyunca çalışıyor hemde usanmadan kendine vakit ayıramadan, diğeri bir gazete de yazmak uğruna sansüre boyun eğiyor ee ben burada düşüncelerimi özgürce ifade edemedikten sonra neden yazayım ki bunun bir anlamı var mı? Gerçekten böyle çünkü biz dünyamızı bu hale getirdik artık değiştirmemiz içinde ölmemiz gerekiyor, ölmesek de bir ömür boyun eğmek zorundayız her ne kadar güçlü görünmeye çalışsak, gülsek, eğlensek de hiçbir şey sanmak istediğimiz gibi değil ki bunları yaparken bile başaramıyoruz zaten.
majör leşler ve amokachi çalımları
majör leşler ve amokachi çalımları
elini sol tarafına koyduğunda
baskılıyorsun majör leşleri
saklıyorsun
dağarcığındaki yetersiz mürekkebi
notasız bir şarkının ıslığı oluyorsun
hayattasın ve çözümsüzsün
özgür bir ölü olup çürümeyeceksin
üstelik iplerin göğün göğsünde kararmış
yağmur yağıyor solgun bedenine
vücudundaki tümörler akıyor yavaş yavaş
toprak gıcırdıyor
her yanı sarıyor aşk köpükleri
bir sözün ağızdan çıkıp yayılması hızında
sarıyor her yanı döllenmeyle tohumlanmış kökler
hala seni arıyorum vücudumda
baskılanan leşler can çekişirken
kalbim çok kuyu
boşalmanı bekliyorum
majör leşler göğe yüklseldiğinde
elini sol tarafına koyduğunda
baskılıyorsun majör leşleri
saklıyorsun
dağarcığındaki yetersiz mürekkebi
notasız bir şarkının ıslığı oluyorsun
hayattasın ve çözümsüzsün
özgür bir ölü olup çürümeyeceksin
üstelik iplerin göğün göğsünde kararmış
yağmur yağıyor solgun bedenine
vücudundaki tümörler akıyor yavaş yavaş
toprak gıcırdıyor
her yanı sarıyor aşk köpükleri
bir sözün ağızdan çıkıp yayılması hızında
sarıyor her yanı döllenmeyle tohumlanmış kökler
hala seni arıyorum vücudumda
baskılanan leşler can çekişirken
kalbim çok kuyu
boşalmanı bekliyorum
majör leşler göğe yüklseldiğinde
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)