28 Mart 2020 Cumartesi

ofsayt en anlamlı kelime oluyor burada

ofsayt en anlamlı kelime oluyor burada

yıllar sonra aşık oluyor bir adam
şehire gidiş gelişlerin sıklaştığı dönemlerin birinde
önce güzel bir kıyafet geçiriyor üzerine
saçlarını usule uygun diziyor
dışarıya çıkmadan duruma uygun bir gülümseme, bir bakış çiziyor
takıyor bu maskeyi kapının aralığında
eline bir çiçek veriştiriliyor çiçekçide
diline bir şarkı!
durur mu ?
biliyor elbette zarif bir kaç şarkı
sonra
çiçekçiden restona gidilen yolda en sevdiği dansı titretiyor
restoranın girişinde beyefendi bir tavır veriyorlar
onu da alıyor
hanımefendiyle bir kaç kelime paylaşıyorlar
arka masalardan birinde bir gülüş selamlıyor herkesi
tanı
tanıyor
tanıyor bu gülüşü
ilkokul sıralarının en önünden hem de
açılıp okunmamış mektup heyecanı bastırıyor kanatlardan
ofsayt en anlamlı kelime oluyor burada

29 Ekim 2019 Salı

kendimi doğurmak istiyorum

kendimi doğurmak istiyorum

yağmurun ruhumuzu temizlediği vaktin
buruşuklarımıza değdiği andayım
gözeneklerin masumiyeti arayıp
kapanmaya çalıştığı yerdeyim
bir erkeğin en masum olduğu
gecenin ikibuçuküçündeyim
yalnızım
yoldayım
arayıştayım
-yol ilhamdır-

bir şehrin en masum olduğu
çoğu insanın köle olduğu andayım
gitmek fiilinin en ağır bastığı
ve en çok orada kaldığı andayım
hiçkimsenin uğramadığı
bir tenin en soğuk anındayım
gitmek fikrinin yaktığı
yağmurun acımsı anındayım
herkesin kendini doğurmak istediği andayım

bir çok hikayenin yazıldığı
o hikayedeki karakterlerin
hüzünlü sonundayım
bir çok anın okunduğu
ilk aşkın
aşk teriminin
yazılan sorgulamaların
kuzgun arayışların
yapılmak için yapılan sanatın
üzerine konuşulamayanın
şiire su demenin
kızgın yağlar gibi eriyen nefretin
kalem tutulan çizgilerin
güneş yüzlü özlemlerin
yol-undayım
-yol her şeydir-

yaşanılan düzeni
terk etme ve üzerine içilen cigara
terk edememek üzerine içilen kadehler
ucuz yapışkan kağıtlar
ve *suyun aktığı yere bürünmek gibi bir derdinin olmadığı
avutulma üzerine kurulu geçen yıllar

bu kez
kendimi doğurmak istiyorum
bir karganın meme uçlarımı öperken
veyahut
bir kedinin tüyleri içinde uyurken
doğurmak istiyorum
doğuramama sanatları festivallerinin ortasında
eğitilmiş köpeklerin arasında
boyun eğmemek için tükenen bedenin
dengesizliğinde

casaddynin
*herkes tükenecek huzursuz olacak
ama oraya varmadan çılgınca yaşama tutkusu
sözlerinin enstrümantal etkisi
iyi bir gitarist olma tutkusu
baslarla sevişmek
ve sevişene dek uğraşma arzusu
ve
beat olmak
yolda yazmak
yolu yazmak
bindokuzyüzelliye gitmek
san fransisco olma
selam olanları anlayabilme arzusu
yol-da ruhunun ortasında
kendimi tanımak istediğim yerde
fikret kızılok sesinin bağışıklığında
herkesin dayattığı
her şeyi reddedip
istediğim ağaçta yuva kurmak
kurulan yuvayı yıkmak
ruhumu inşa edeceğim yerde
sinema ve tiyatro kelimesinin heyecanı
ve arş olan tutku
var olmayan şefkat
ve gidiyorum kendimi doğurmaya
*kendimi doğurmak istiyorum







28 Aralık 2018 Cuma

bir çocuk ile bir adamın hikayesi

bir çocuk ile bir adamın hikayesi

çocuk yaşlı başlı
ağlamakta
çocuk verdiği sözü hatırlamakta

adam saçları aklı
huzurda oturmakta
-verdiği sözü unutmuş-
rahatlıkta

adam yaşlı başlı
alışmakta
konuşmaya başlamış hatta

çocuk süslü püslü yatakta
ağlamaya başlamış
açlıkta




25 Aralık 2018 Salı

bir portre sıcak astronomi

bir portre sıcak astronomi

gökyüzünün hiç bakılmamış yanı
kimsenin uğramayacağı kaftan
bir çift gözbebek
ve içi dolu birer damlacık
süregelen yalnız bir anatomi
hep ince 
biraz derin 
çok serseri rehber 
mıknatıs dikenli 
araya sıkışmış kaç yıldız 
kaç açmamış ay 
gözbebeklerinin yanında sönük kalacak
güneş resitali

tüm mevsimlerin kaybolduğu
bir tebessüm
namütenahi bir bakış
her biri ayrı bir anarşik mimik
ayrı bir tını
ayrı bir doku 
ayrı bir tutku

kuyruklu yıldızlara 
şekil vermiş bir burun
gogolun kaleminin ilhamı 
parlak ve de asil sırça bir köşk

samimi birer yağmur 
sağanak bir kargaşa
üzerimize sinen gölge 
bizi bize tarif eden şöhretli ışıltı 
üzerimize düşen yağmur taneleri 
onlar kadar sade  
ve de yürekli

orgazm bulutlar boşalırcasına
dökülen suyun kuvveti
saçlarını teğet geçen siyah rüzgarın
karanlıklar içine sindiği ışıltı..

bir şiirin anatomisi


bir şiirin anatomisi

ağaç çok iyi yeşerirdi
dallarına böcekler kuşlar konardı
öperdi
bir gün ay doğdu
kuşlar çerçevelendi orada
bir kuş uçtu üzerinden
dallarına sıçtı
ağacın tüm dalları kırıldı

aylar yıllar geçti
bir gün güneş doğdu
dalların arasında
yeşermek kökten kıvrıldı
daha da yeşerdi eskisinden
gün geçti ay geçti
ağacın yaprakları soldu
güneş ışığını çekti
dallar kurudu
yapraklar döküldü

bir gün güneş yine açacak
bir gün güneş açtı
bir gün güneş
bir gün
bir
güneş

Şiirin Beslenişi
Manipülasyonlarla dolu günlerin içinde sığırcık dolu fikirler olur hep. Bir ağacın dalları gibi kıvrımlı olur bu. Her kıvrım bir fikrin diğer fikirle kalaşnikoflarla çatışmasıdır. Fikir her zaman aynı çizgide olmaz tıpkı aşk gibi hayat gibi kişi gibi değişir. Biri gelir biri gider hep kalan insandır,andır.Galip adı gibi galip değildir çünkü teferruatta galip diye bir şey yoktur. Hep 24 yaşında kalmıştır Galip, geçmişe takılı kalan bir adamın neyi galip olabilir ki. Tıpkı yaşanmamış ama yaşanması an meselesi olan hikayeler gibi hep 1-0 yenik. Yenik ama tamamlanmamış çünkü tamamlanınca yenik diye bir şey kalmaz hayat icabında. Galip, galip değildir ama aynı zamanda Galiptir ama kimi zaman. Hayatı boyunca kendisini ana ait kılmayı başarmış, aşkı göğüs kafesine kapatmış bir adamdır Galip. Adı gibi galip değildir ama onun hikayesinde de namağlupluk yoktur o vakte kadar. Her hikaye zaten bir ağacın dalının kırılmasıyla başlar ya Galip’inki de öyle. Aslında geriye sarsak zamanı ağacın dalı kırıkmış zaten ama kırık bir baş gibi değil. Çünkü her insanın hikayesi kırık bir dal ile doğarken başlar. Galip hayatı boyunca sevgiye nail olamamış bir adamdı bu bile onun galip olmadığını anlatabilmek için nizami bir durumdu. Öyleydi zaten hepimiz bir kırık dalı olan ağacız kimi zaman yeşerir meyve verir kimi zaman solarız. Fiziksel olarak da zihinsel olarak da hep dolaylıdır bu çünkü biz dolaylı olan her şeyi çok severiz. Hatalarımızı örtmenin ya da kendimizi eleştirmemenin en büyük dezavantajı budur. Birini kendi hikayesinin başrolü yapıp, dolaylamak. Hayat bizim kendi dairemiz etrafında dönüp sınırlarımızı çizmemizdir aslında ama kimi zaman o dairenin, çemberin içine aldığımız bağzı sikten durumlar söz konusu olabiliyor. Şiir aslında bir şeyi en mükemmeliyetçi tavırla, bazen en soyut haliyle düşündürme halidir ama sadece bazen çünkü şiir çok ayrı bir kavramdır. Neyse şiir konusunun özüne dönecek olursak şiir o anda baş gösteren etkenin içinde var olan bir durum olmuştur. Bazen kısa bir şiir bir hikayenin aslında özetidir tıpkı bu hikayede olduğu gibi. Bakmayın şiir dediğime şiir değildir bu çünkü şiir 21.yüzyıla ait bir kavram değildir hele ki benim gibi hadsizlere hiç ait değildir yani biz şiire layık değiliz ama Galip layıktır bir şiirin konusu olmaya, o tutkusunun miğferidir. Tutku şiire konu olması gereken şiir gibi büyük bir kavramdır. Tutku demişken tutku esir olmak değildir tutku aidiyetliktir. Dezenformasyon da değildir tutku sadece var olmaktır. Galip sevgiyi görmeyen bir adam olarak yetiştiği için tüm sevişenlerin birazcık mikrobudur, sevişme içinde bir mikrop olur sadece bir mikrop, bir doz mikrop. İşte o mikrop sevgisizliğin temsilidir bunu kalpteki küçük nokta siyahlık olayıyla benzetebiliriz. Sevgiyi görmemiş bir adam asla galip değildir hatta hiç bile değildir çünkü sevgi dünyanın en genel kavramıdır. İçinde sevgi namına bir bok olmayan birinden nasıl davranması gerektiğini göremezsiniz. Sevgi de en az tutku kadar en çok şiir kadar değerli bir yapıtaşıdır. Bir yuvanın ana temel etkeni sevgidir, sevginin olmadığı bir yerde başka bir şey olabileceğini de zannetmiyorum. O ana kadar yani 19 yaşına kadar sevgiyi bilememiş bir adam mantık dışında hareket edemez. Düşünsenize mantık ile hareket ediyorsunuz her şeyde, sizce o duygudan yoksun düşüncelerin ulaşabildiği bir yer olabilir mi, bir tutku söz konusu olabilir mi? Siz düşünmeden Galip versin bu sorunun yanıtını.



Ben Galip Selçuk 31 yaşındayım hayatım, her insanın düşündüğü gibi roman olur demiyorum çünkü her insan kendi hikayesinin başrolüdür, her insan bir çizginin ürünüdür. Hayatım aslında 24 yaşında bir çiçeğin kokusunu almaya başladığımda başlamış, farkında olmadan böyle gelişmiş her şey. Aslında farkına varabildiğimiz her şey tedavülden kalktığında anlayabiliyoruz bunu. Annem 12, babam 14 yaşında terk etmiş beni her türeyiş bir terk ediştir aslında. Tam olarak sofraya hep yalnız oturdum. Sofraya yalnız oturmak bir çiçeğin çiçek bahçesinde yalnız başına kalması gibi bir şeydir. Yalnızlık burada baş gösterir sofraya tek başına oturmak ile. İşte sevgisizlik sendromu o vakit baş göstermiş bir sofra bezinin çaresizliği içinde. Yalnız büyüdüm, yalnız yaşadım 19 yaşına kadar. Bir noksan olarak kaldı hep kalbimde kalabalık bir sofranın eşiğinde oturmak. Sofrayı toplayan bile olmaya razıydım ama hiç sevmedim sofrayı toplamayı çünkü yalnız başına kurduğun sofrayı toplamak bana yaptığın bir sanat eserini yıkmayı andırıyordu. Olmadı ve hiçbir zaman olması gerektiği gibi olmadı. Orada burada büyüdük ve geldik dönemin en popüler etkinliği olan üniversiteye. Eğleniyordum, geziyordum, gülüyordum, fotoğraflar çekiyordum. Fotojenik olmak istemedim aslında hiç çünkü fotojenik olmak normalde iyi değil ama fotoğrafta iyi olmaktı sanki ya da bana öyle geliyordu. İstanbuldaydım burada fotoğraf çektirmeyene enayi diyorlardı. Aslında İstanbul’un fotoğrafını sokaklardan çekmek gerektiğini aşık olduktan sonra öğrendim. Fotoğraf sadece herhangi bir makine ile çekmek değildi, sokağın dili olmaktı. Kimsesiz olmak beni kitaba, şiire, araştırmaya, gezmeye, mücadeleci olmaya itti. Belki de en büyük kavgam bu ve aşktı benim,  kimsesizlik ve aşk. Sevgisizlik bedenimi o kadar sarmıştı ki bir kimseye aşk namına ya da sevgi namına bir şey beslemiyordum aslında korkuyordum da ama ta yıllar sonra anladığım bir şey vardı elbet her aşk, sevgi bir gün biter. Öyle de olurdu biz Beyoğlu sokaklarını tarumar ederken birileri bunu yazmıştı. Galata da bir senfoninin ortasında kendimizi bulduğumuzda kavganın ne olduğunu samimice yaşardık ama o an için. Her şey geçer, elbet geçer ama an hep kalır çünkü o an içinde kalır. Yalnızdım hem fiziken hem ruhen çünkü korku ve sevgisizlik beni itmişti buraya o çukura. Her şey güzeldi yine de çünkü hayatın içinden bir kesitti bu. Hayatımda iki kez aşık oldum birini ben terk ettim diğeri de onun intikamını alıp terk etti beni. Bakmayın ama ikisi  de birbirinden güzel hikayelerdi. Her yaşanmışlığın içinde mutlaka güzel bir şeyler olmuştur. Birincisi sancılı değildi pek çünkü ben terk etmiştim ve aradan bir zaman geçtikten sonra unutmuştum. İkincisi asıl hikayedir. Zaten her şeyin sonuncusu asıl hikaye olur çünkü en çok o hatırlanır yakın zaman olduğu için. Halbuki zaman ilki için yakın olsa o asıl hikaye olur. Benimki aslında öyle değildi. Benimki kişiseldi. Hassiktir oradan dedim şu an kendime kişisel olmayan hangi aşk vardır ki. Fiziksel olanda baya vardır ama benimki fiziksel değildi. Birincisini anlatmaya değer bulmuyorum gerçi şimdi üçüncü aşk olsaydı ikiye de öyle derdim ama bu öyle tahmin ettiğiniz gibi değildi, tutkuydu bu. Birincisi demişken birincisinin adı hani kuşların etrafında çerçevelendiği şey var ya şiir de geçen durun sanırım unuttum adını. Ama bir dakika hatırladım iyi ki de gökyüzüne ait bir isimmiş yoksa hatırlamazdım. Gökyüzüne ait olması benim açımdan hep dezavantajdı çünkü her yaktığım sigaranın ilk nefesinden sonra gökyüzüne bakarım. Adı Ay’dı.
Asıl hikaye bilenler bilir Uğur abla- Bekir hikayesi gibi bir hikayeydi. Zamanla zaten Uğur abla ve Bekir karakterlerinin ne kadar gerçekçi ve içimizde var olan bir hikaye olduğunu anlamıştım. Aradan zaman geçmiş her bütünün dağılıp tekrar toparlanması gibi bir süreçteydim. Hayatımın noksanı olan sevginin bir daha karşıma çıkması ve beni tekrar yanıltması beni derinden etkilemişti. Derinden etkileyen aşk hikayesi değildi çünkü aşk geçer ama sevgi genel bir kavram olur,  noksan olur. Yıllar evvel yaşanılan travmayı tekrar hatırlatan bir bütünün kırılmasıydı bu hikaye yani birinci hikaye. İkinci hikaye birincisi gibi değildi hatta birin bıraktığı etki ta beni geçmişe sürükleyen sevgisizlik bulvarına itmişti dal kırılmış ben toparlamaya çalışıyordum. İkinci hikaye yani yine bir gökyüzü terimi Güneş beni birincinin etkisinden çıkarmıştı. Ona aşık olmuştum ama bir tutkuyla. O tutku beni sevgi kuşağının kucağına bırakmıştı ilk kez kendimi ait hissetmiştim bir yere neydi deseniz gerçek şöyle derim Ay beni geçmişe 12-14 yaşlarıma götürüp o sevgisizliğin içine salmış, Güneş ise tıpkı bir bahar neşesiyle her yanımı sarmıştı. Güneş’i izliyor mutlu oluyordum, Güneş’in gülüşünü seyredip sevgi doluyordum, Güneş’i görünce göğsümde orkideler açıyordu. Aşık oldum ve geçmişin tüm kötü yanlarını bir köşeye sıkıştırdım. Güneş bir kez bana açtı sonra dalımı soldurdu ama köklerim daha da yeşeriyordu ona olan tutkum sayesinde. O yoktu ama tutkusu beni iyi yapmıştı, beni sevgisizlikten kurtarmıştı o boşluğun bir yanı olmamıştım. Bana hayatım boyunca sahip olamayacağım şeyi vermişti elime, masumiyetimi, çocukluğumu, yuvamı, sevgiyi. O yoktu,olmamıştı adına birçok hikaye, şiir yazılmıştı ama o yoktu. O farkında değildi olsaydı gelirdi olsaydı öperdi dalımdan, kolumdan. Oysa ben onu tutkumun verdiği şaman şölenleri gibi seviyordum. Tutku insanı mutlu eder, tatmin eder, anın içine tanık eder. Tutku var olmaktır her insanın bir tutkusu vardır, kiminin aşk, kiminin yol, kiminin rasyonel takıntılardır. Benim tutkumda onun aşkıydı. Öyle de oldu o tutkunun peşinden yıllarca gittim, o gelmedi hiç ama soyadım gibi akan seller gibi ben kendime geldim..

19 Aralık 2018 Çarşamba

bizim düzenimiz

bizim düzenimiz

Düzen ve suç birbirleriyle orantılı şeylerdir. Düzenin buyurduğu şekilde olmak zorunda olduğumuz için birşeyleri reddetmekten korkuyoruz, boyun eğiyoruz kısacası. Düzene buyruk harekette bulunmak düzen dışında kalmaya neden olur yani düzenin ve bizim istediğimiz şeylerin buluştuğu noktanın dışında kalmak. Bundandır ki asla ama asla cesur olamıyoruz. Düzene başkaldırı aslında dışlanma psikolojisinin etik hale getirilmesidir oysa doğamız gibi cesur olduğumuz zaman düzenin bize göre işleyeceğini de biliyoruz. Kim hayatı boyunca düzene inat birşeyleri reddetti ki eden olduysa da hep kaybetti bu kirli düzende. Düzen bizi suça itti, benliğimizi elimizden aldı utanmasa donumuzu da alacak ama yine de biz boyun eğeniz düzene. Düzen dediğime bakmayın Nietzsche gibi evrensel düzeni sorgulamıyorum ki sorgulayamam da benim sorgulamak istediğim düzen hepimizin kendimizce yarattığı köleliktir. Köle olmak eski çağlardan daha meşrudur bunu sizde iyi bilirsiniz sadece adını popüler kültür, teknoloji, modernite olarak koymuşuz sadece. Evet korkuyoruz biz çünkü maddi kaygılarımız, duygusal kaygılarımız benliğimizi elimizden öyle bir almış ki birazcık bile cesur olamıyoruz. Sen elinde ki telefonun daha mükemmel olması için 36 ay taksitle alıp tam üç yıl telefonun 3 üst modeli çıkana dek taksit ödüyorsun, ben aldığım montun beni sıcak tutması değilde daha şık durması için üç kat daha fazla ödüyorum, o aldığı arabanın kredisini ödemek için bütün ömrü boyunca çalışıyor hemde usanmadan kendine vakit ayıramadan, diğeri bir gazete de yazmak uğruna sansüre boyun eğiyor ee ben burada düşüncelerimi özgürce ifade edemedikten sonra neden yazayım ki bunun bir anlamı var mı? Gerçekten böyle çünkü biz dünyamızı bu hale getirdik artık değiştirmemiz içinde ölmemiz gerekiyor, ölmesek de bir ömür boyun eğmek zorundayız her ne kadar güçlü görünmeye çalışsak, gülsek, eğlensek de hiçbir şey sanmak istediğimiz gibi değil ki bunları yaparken bile başaramıyoruz zaten.

majör leşler ve amokachi çalımları

majör leşler ve amokachi çalımları


elini sol tarafına koyduğunda
baskılıyorsun majör leşleri
saklıyorsun
dağarcığındaki yetersiz mürekkebi
notasız bir şarkının ıslığı oluyorsun
hayattasın ve çözümsüzsün
özgür bir ölü olup çürümeyeceksin
üstelik iplerin göğün göğsünde kararmış
yağmur yağıyor solgun bedenine
vücudundaki tümörler akıyor yavaş yavaş
toprak gıcırdıyor
her yanı sarıyor aşk köpükleri
bir sözün ağızdan çıkıp yayılması hızında
sarıyor her yanı döllenmeyle tohumlanmış kökler
hala seni arıyorum vücudumda
baskılanan leşler can çekişirken
kalbim çok kuyu
boşalmanı bekliyorum
majör leşler göğe yüklseldiğinde